KOCA ÖLEN KARISININ CENAZESİNİ MEZARA İNDİREBİLİR Mİ?
Kadınlarla ilgili istismarın ölmüş hanımlara, kabirlere kadar uzandığını, mezarlıkta bizzat şahit olduğum çarpıcı bir misal üzerinden somutlaştırarak anlatmak uygun olacaktır.
Kur’an-ı Kerim, cenaze merasiminden, ölen bir kimsenin nasıl defnedileceğinden falan bahsetmez. Ancak Kur’an, kardeşini katleden Âdem’in oğlu Kabil’in cenazeyi toprağa gömmeyi, yeri eşeleyen bir kargadan öğrendiğini (Bk. Maide, 5/31); Hz. Peygamber’in münafıkların cenaze namazını kılmaması ve kabirlerinin başında dua etmemesi için uyarıldığını (Bk. Tevbe, 9/84) bildirir. Buradan da ölülerin toprağa gömüleceği ve onlara dua edileceği anlaşılır. Ayrıca Sünnete göre cenazenin yıkanması ve kefenlenmesi de icap eder.
İslam’dan önce de uygulanan cenazenin yıkanması, kefenlenmesi, dua edilip defnedilmesinin en az Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den beri uygulandığı belirtilmektedir. Hatta Ubey b. Ka’b şöyle rivayet etmiştir: Hz. Âdem vefat edince melekler onu yıkadılar, kefenlediler, kokuladılar, cenaze namazını kıldılar, mezar kazarak onu defnettiler ve mezarın üstünü toprakla örttüler ve: ‘Ey Âdemoğulları! İşte yolunuz budur!’ dediler. (İbn Hanbel, Müsned, V, 136; Davudoğlu, Selamet Yolları, II, 269, No: 5). Bu rivayet, Kabil’in Habil’i öldürdükten sonra, onu defnetmeyi bir kargadan öğrendiğini anlatan ayetle (Maide, 5/31) birlikte değerlendirildiği zaman kuvvet kazanmaktadır. Buna göre, cenazelerin defnedilmesi, yıkanması, kefenlenmesi gibi uygulamaların, Hz. Âdem’in getirdiği Tevhit Dininde yer aldığı ve o zamandan beri devam ettiği düşünülebilir. (Doç. Dr. Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehli Kitap Örf ve Adetleri, S.85, BEYAN). Kaynaklar Hz. Peygamber’in amcası Ebu Talip’in cenazesinin yıkandığını, kefenlendiğini ve toprağa defnedildiğini bildirmektedir (Bk. Ateş, AGE, S.84).
Şu halde Hz. Peygamber döneminden beri cenazelerin yıkandığı, kefenlendiği ve toprağa gömüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla İslami anlayışa göre, “Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp (cenaze namazı) dua etmek ve bir kabre gömmek Müslümanlar için farzı kifayedir.” (İlmihal I, İman ve İbadetler, S.355, İSAM). Ölen bir kimseye mutlaka yapılması gereken bunlardır. Bunların dışında yapılanlar ise örfe ve geleneğe göre yapılan adetlerdir. Hiç kimsenin adetlerle ibadetleri birbirine karıştırma hakkı yoktur.
Altmış yaşlarında bir kadın vefat etmiş cenazesi kabristanda mezara indirilecek. Kırk yıldır aynı yastığa baş koymuş kocası eşine son görevini yapmak için mezara inmek istiyor. O da ne? Her kafadan bir ses çıkmaya başlıyor: “Sen mezara inemezsin, senin mezara inmen caiz değildir, çünkü senin nikâhın düşmüştür!” deniliyor. Kadınların ölüsü bile horlanmaktan kurtulamıyor, cenazesini kocasının mezara indirmesi günah sayılıyor!
Adamcağız boynu bükük kaderine razı oluyor ve eşine son görevini yapamıyor… Yapamıyor, çünkü İslam dininin böyle emrettiği zannediliyor. Peki, İslam dini böyle emreder mi? Hiç kimse bunu sorgulamıyor veya sorgulayamıyor. Hâlbuki benim bildiğim, Kur’an ve Sünnetin öğrettiği İslam dini böyle şeyler emretmez.
Bu konu İlmihaller de nasıl anlatılıyor?
Sorun da zaten Kur’an ve Sünnetten değil, geleneğe bağlı olarak hazırlanan İlmihallerden kaynaklanıyor. Öncelikle konuyu farklı ilmihallerden nakledelim. Şöyle ki:
“… Kadınları kabre koyacak kimselerin kendilerinin rahim cihetinden mahremleri olmaları evladır. Bunlar bulunmazsa yabancılardan salâhı hâl sahibi olanlar tercih olunur…” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, S.260). “Kadın cenazeyi mezara indirecek kimselerin, cenazenin mahremi olması tercih edilir.” (M. Varlı, İslam İlmihali, S.200). “Kadınları kabre koyacak kimselerin kendilerinin rahim cihetinden mahremleri olmaları evladır.” (M. Zihni, Nimet-i İslam, S.436).
Buna göre kadın cenazeyi babası, oğlu, kardeşi, amcası, dayısı ve yeğenleri gibi bir yakınının, bir mahreminin mezara indirmesi tercih sebebidir. Bu açıklamalardan kocanın ölen karısını mezara indiremeyeceği hükmü çıkarılmamalıdır. Çünkü bu durumu yasaklayan ne bir ayet, ne de bir hadis vardır. Konuyu Ömer Nasuhi Bilmen ’in Büyük İslam İlmihâlinden biraz daha ayrıntılı olarak nakletmeye çalışalım:
“Erkek ölüyü erkek, kadını da kadın yıkar… (Şayet yıkayıcı yoksa) Bir kadın, vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın, iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça zevciyet (kadının eşliği) bâki sayılır. Fakat bir erkek, ölmüş bulunan zevcesini yıkayamaz. Zira erkeğe iddet gelmez, zevcesi ölünce aralarındaki zevciyet zail olmuş olur (yani evlilik bitmiş olur). Şu kadar var ki yıkayacak kadın bulunmazsa (kocası) zevcesine teyemmüm ettirir. Eimmei selaseye (üç mezhep imamına) göre zevcin de zevcesini yıkaması caizdir.” (Bilmen, AGE, S.248; ayrıca Bk. Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu, İslam Dini İnanç- İbadet- Ahlak Esasları, S.240).
Kısaca Hanefilere göre yıkayacak kimse olmasa dahi koca ölen karısını yıkayamaz, teyemmüm ettirir. Bu görüş, İslam’ın yegâne görüşü değil, sadece Hanefilerin görüşüdür. Diğer üç mezhebe göre ise (Şafii, Maliki ve Hanbeli), bu durumda koca ölen karısının cenazesini yıkayabilir. (Bk. İlmihal I, İman ve İbadetler, S.357-358; Sofuoğlu, AGE, S.240). Şu halde üç mezhebe göre bir koca karısının cenazesini yıkayabiliyorsa, onun na’şını mezara da indirebilir. Bunu engelleyen dini bir yasak yoktur. Hiç kimse Hanefilerin görüşünü din zannetmemelidir.
Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın şu tespitleri de Hanefilerin görüşlerinin nasıl Kur’an ve Sünnetin önüne geçirildiğini gösteriyor: … Öyle hocalar var ki, Hanefi mezhebinin kitaplarını Kur’an’dan önde tutuyorlar. Mesela İmam Kerhi; ‘Bir müçtehidin görüşü veya mezhebimizde birinin görüşü ayet ve hadise muhalif olsa, biz mezhebimizin görüşüyle amel ederiz’ diyor. Bu anlayışın yaygın olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Bu anlayışla ilmihal kitapları yazılmış, fıkıh kitapları yazılmış… (Güncel Dini Meseleler istişare Toplantısı, I, S.631, Ankara 2004, DİBY).
Burada bizim amacımız elbette ölen kadını kocasına, ölen kocayı da karısına yıkatmak falan değildir. Ancak bir koca ölen karısını mezara niçin indiremesin? Bunu sorgulamaya çalışıyoruz. Şayet bu konuda Hanefilerin görüşü din zannedilir ve mutlak doğru kabul edilirse, sünnette yer alan ve çeşitli kaynaklarda da bildirilen şu uygulamaları nasıl anlayacağız ve nasıl izah edeceğiz?
A- “… Hz. Peygamber döneminde, kadınların cenaze törenlerine katıldıkları da kaydedilmektedir. Cenaze yıkamada, cenaze namazında ve cenazenin defninde kadınlar da yer almışlardır. Örneğin kaynakların verdiği bilgilere göre, Hz. Ayşe’nin cenazesine kadınlar da katılmış ve mezarlığa kadar gitmişlerdir. Hz. Peygamber’in ve amcası Hz. Abbas’ın cenaze namazını kadınlar da kılmışlardır…” (Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, S.28, Beyan Y).
B- Resulullah’a ilk iman eden, onu malıyla destekleyen ve her bakımdan yardımcı olan Hz. Hatice, İslam tarihinde “Hüzün Yılı” diye bilinen senede Hz. Peygamber’in amcası Ebu Talip’ten üç gün sonra 65 yaşında vefat etmiştir. Peygamberimiz onu Mekke’nin Hacun denilen mezarlığına götürüp bizzat kendi eliyle defnetmiştir. (Bk. Ziya Kazıcı, Ümmehatü’l-Müminin, İGYA, C.4, S.399,400).
C- Hadisi Hz. Ayşe rivayet ediyor: “Peygamber (sav) bir cenazeden veya Bâki kabristanından döndü, başımda bir ağrı hissediyordum, ‘Vah başım!’ dedim. ‘Benim de başım!’ Ayşe’, dedi. Sonra buyurdu ki: ‘Ne olur sanki sen benden önce ölsen de kalkıp seni yıkasam, kefenlesem, üzerine namaz kılıp seni gömsem!’ buyurdu.” (İbn Mace, Cenaiz, 9).
Bu hadisi şeriften, çok açık bir şekilde erkeğin karısını yıkayabileceği, kefenleyebileceği ve defnedebileceği hükmü çıkar. Şu halde bir erkek karısını yıkayabiliyorsa mezara da indirebilir.
D- Muhammed b. Said (öl. 230/845), Hz. Ayşe’nin annesi Ümmü Ruman’ın, hicretin altıncı yılında, Resulullah (sa.) hayattayken vefat ettiğini ve Resulullah’ın bizzat onun kabrine indiğini zikreder. (İbn Sâd, Tabakât, VIII, 276-277’den Zerkeşî, Haz. Bünyamin Erul, Hz. Ayşe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, S.127, Otto).
E- Rivayete göre, Peygamberimiz ’in kızı Hz. Rukiye öldüğünde kadınlar ona ağladılar. Ve Hz. Rukiye’nin defni sırasında da Peygamberimiz, mezarının kenarına oturdu. Hz. Fatma da Onun yanında ağlıyordu. Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatma’ya acıyarak kendi elbisesiyle onun gözyaşlarını silmeye başladı. (İbn Hanbel, Müsned’den Ali Akın, Hurafeler ve Gerçekler, S. 110). Yani Hz. Fatma babasıyla birlikte ablasının cenazesine katılmıştır.
F- Peygamberimizin kızı Ümmü Külsüm hicretin dokuzuncu yılında vefat etmişti. Ümmü Külsüm’ü Hz. Ali, Fazl b. Abbas ve Üsame b. Zeyd kabre indirmişler. Ebu Talha el-Ensari, kendisinin de mezara inmek istediğini söyleyince Hz. Peygamber ona da izin vermiştir. (Bk. Aynur Uraler, Ümmü Külsüm Md, DİA, C.42, S.323).
Hz. Peygamber, rahim bakımından yabancı olanların kızını mezara indirmesine izin veriyor ama bugünkü ilmihalleri yazanlar kocanın karısını mezara indirmesine müsaade etmiyorlar.
G- Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde Muhammed el-Bakır’ın belirttiğine göre Peygamberimiz ’in kızı Hz. Fatma’yı eşi Hz. Ali yıkamıştır… Cenaze namazını Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırmıştır. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile Abbas’ın oğlu Fazl tarafından Fatma Cennetü’l Bâki’a defnedilmiştir. (Bk. M. Yaşar Kandemir, Fatıma, DİA, C.12, S.219-220).
H- Hz. Ebu Bekir’in (r. a.) vefat edeceği zaman; “Cenazesinin eski elbiseleriyle kefenlenmesini, karısı Esma bint Umeys tarafından yıkanmasını ve oğlu Abdurrahman’ın ona yardım etmesini istediği” bildirilmektedir. (Bk. Mustafa fayda, Ebu Bekir, DİA, C.10, s. 104).
Kısaca Hz. Peygamber döneminde kadınlar cenaze törenine katılıyorlar, cenaze yıkıyorlar, cenaze namazı kılıyorlar ve cenaze defnediyorlardı. Hz. Peygamber, eşi Hz. Hatice’yi kendi elleriyle toprağa veriyordu, eşi Hz. Ayşe’ye “Keşke benden önce ölsen de seni ellerimle yıkasam, kefenlesem ve ellerimle defnetsem” diyordu. Yine Hz Peygamber, Hz. Ayşe’nin annesini, yani kayın validesini bizzat kendisi mezara indiriyor, kızı Rukiye’nin ölümünde diğer kızı Hz. Fatma ile beraber kızının cenazesine katılıyor, cenaze defnedilirken kabrin başında ağlayan kızı Hz. Fatma’nın gözyaşlarını siliyordu. Diğer kızı Ümmü Külsüm’ü mahremi olmayanlar kabre indiriyor ve Hz. Peygamber buna izin veriyor. Hz. Ali karısı Hz Fatma’nın cenazesini yıkıyor ve mezara bizzat kendisi indiriyordu. Hz. Ebu Bekir ölünce, kendisinin karısı tarafından yıkanmasını, vasiyet ediyordu. Ama bugün bir Müslüman ölen karısını, bırakın yıkamayı, kefenlemeyi mezara bile indiremiyor. Bizim dindarlığımız Hz. Peygamber’i bile sollamış durumda! İlmihal dindarlığı nasıl baskın gelmiş görüyor musunuz?
Şu halde bütün bu uygulamalar gösteriyor ki, Müslüman bir erkeğin, vefat eden karısını mezara indirmesinde dini açıdan hiçbir mahzur yoktur. Ancak kadını horlayan uydurulan din bunu sakıncalı görmüştür. Bu gün Müslümanlar böyle şeylerle mi meşgul olmalıydı? Artık bırakın şu erkekleri de, dünyada çok çektirdikleri hanımlarına vefat edince son dini görevlerini yerine getirsinler ve onları kendi elleriyle meezara indirsinler. Bu son görevi kocalara çok görmeyin…
Karısı Ölen Kocanın Nikâhı Düşer mi?
Halk arasındaki inanışa göre, karısı ölen kocanın nikâhı düşer denilmektedir. Peki, bu konuyu Hanefilerin en önemli fıkıh kaynaklarından biri olan Reddü’l Muhtar’dan aktaralım. Osmanlıların meşhur Fıkıh âlimi İbn Abidin (öl. 1836) Redü’l Muhtar da şöyle demiştir: “Bizim için Hz. Âdem döneminden günümüze kadar meşru olmuş, daha sonra ve cennette de devam edecek nikâh ile imandan daha sürekli ibadet yoktur.” (Bk. Prof. Dr. H. Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, C.1, S.189).
Şu halde ölen bir kadının nikâhı düşmez hatta ahirette bile devam eder. Kocası ölen kadının iddet beklemesinin sebebi, şayet kadın ölen kimseden hamile kalmışsa çocuğunun nesebinin sabit olması içindir. Kadın bu nedenle iddet bekler. İslam ne diyor, biz ne anlıyor ve nasıl bir hüküm çıkarıyoruz? Sonra bugün hemen hemen her erkek ölen karısının arkasından hayır yapar, Kur’an ve mevlit okutur. Mezara gidip kabrini ziyaret eder. Şayet ölümle nikâh düşerse, yabancı bir kadına, nikâhınız altında olmayan elin hanımına bunları nasıl yaparsınız? Kendi kendimizle çelişkiye düşmeyelim Allah aşkına!
Bu önemli konuyu Kur’an’ın evrensel beyanlarıyla toparlayalım. Allah şöyle buyurmuştur:
“İşte o mutlu son Adn cennetleridir. Onlar Adn cennetlerine Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşamış olan ana-babaları, eşleri ve çocuklarıyla birlikte girecekler. Meleklerde dört bir yandan gelip onlara, ‘Selam olsun size, artık güven ve emniyettesiniz. Çünkü siz (dünyadayken) Allah yolunda çektiğiniz sıkıntılara göğüs gerdiniz ve böylece mutlu sona ulaştınız’ diyecekler.” (Ra’d, 13/23-24; ayrıca benzer ayetler için bk. Yasin, 36/55-56; Mümin, 40/8; Zuhruf, 43/70).
“Kur’an-ı Kerim’de, cennet hayatının dünyadaki insani duygular paralelinde kurulacağına ve aile mutluluğunun orada da süreceğine işaret ederek mümin olan aile fertlerinin cennette birlikte bulunacaklarını haber veren ayetlerde (er-Ra’d 13/23; Yasin 36/56; Gâfir 40/8; ez-Zuhruf 43/70) dünyadaki mümin eşlerin cennette de beraber olacakları özellikle vurgulanır. Buna göre yeni bir fizyolojik ve psikolojik yapıyla yaratılacak cennet kadınlarının veya hurilerin tercihen kişilerin kendi eşlerinden oluşacağını söylemek mümkündür.” (Bekir Topaloğlu, Huri Md, DİA, C.18, S.388).
Bu ayet ve açıklamalardan Mümin eşlerin yani karı kocanın cennette de beraber olacakları ve dünyadaki insani duygular paralelinde mutlu bir hayat sürecekleri anlaşılmaktadır. Bu durumda önemli soru şudur: Şayet ölümle dünya hayatında nikâh düşüyorsa cennette dünyadaki insani duygular paralelinde beraber yaşayacak karı kocanın nikâhını orada kim kıymış olacaktır? Yoksa cennette nikâh aranmayacak ve eşler orada nikâhsız mı yaşayacaklardır?
Sonuç olarak, Hanefilerin büyük âlimi İbn Abidin’in de belirttiği gibi, dünyadaki iman ve nikâh ahiret hayatında da devam edecektir. Müminler cennete imanlı ve nikâhlı olarak girecekler ve orada da mutlu bir şekilde hayatlarına devam edeceklerdir.
İşin en doğrusunu Allah bilir.
YORUMLAR