Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Sibel ATAM

Sibel ATAM


BU VATAN...

08 Haziran 2018 - 15:04 - Güncelleme: 08 Haziran 2018 - 19:44

Tuhaf bir ruh halim var bugün. Farkındalık, duygusallık ve sorgulama iç içe geçmiş, gündelik yaşama ayak uydurmakta zorlanıyor. Ülkemdeki binlerce kişinin de aynı benim gibi olduğuna eminim. Diyeceksiniz ki ne oldu, nedir seni bu kadar rutinin dışına çıkarıp geçmişi ve bugünü sorgulatan? Yok, merak etmeyin, aslında bir şey olmadı. Sadece dün akşam seyrettiğim dizinin yayınlanan final bölümünün etkisinden kurtulamadım, o kadar. Şu anda yüzünüzde alaycı bir gülümsemeyle içinizden, “Ben de bir şey sanmıştım,” dediğinizi görür gibiyim.

Entelektüel geçinen bazıları gibi konuşmuş olmak istemem ama ben normalde hakikaten de TV seyredemeyen biriyim. Keşke yapabilseydim, ama olmuyor. İnanmayacaksınız belki ama çok denedim; olmuyor… Akşamları herkes gibi TV karşısına geçip dizi seyretmeye çalıştığımda ilk 10, bilemediniz 15 dakika sonra isyan bayrağını çekmeye başlıyorum. Gördüğüm saçmalıklar beni olaydan tamamen koparıyor. Ben de istemez miyim herkes gibi ailemle birlikte çekirdek çitleyerek TV karşısında zaman geçirmeyi (ya da beynimi uyuşturmayı), topluma ayak uydurabilmeyi (evet, aldığım eleştiri bu)? Daha en başından itibaren sonunu görebildiğim alelade kurgular, ortaya koyulan korkunç oyunculuklar, bir türlü becerilemediği için son derece komik gelen aksiyon (?!?) sahneleri, aşırı şiddet ve kavga temalarıyla ahlaksızlık ve terbiyesizliğin normal değerlermiş gibi pompalandığı rating kaygısına düşmüş yapımlar beni benden alıyor. Ama bu denemelerim sırasında bir diziye denk geldim, konusu ve oyuncu kadrosu ilgimi çekti, kurguyu zekice buldum ve her hafta düzenli olarak kaçırmadan seyretmeye başladım.

Şimdi size kanal ya da dizi adı vererek reklam yapmak istemiyorum ama zaten çoğunuz hangisini kastettiğimi hemen anlayacaksınız. Halit Ergenç ve Bergüzar Korel’in oyunculuklarını zaten her zaman çok beğenirdim ve gerçekte evli bir çift olan bu iki güzel insanı bir arada görmek beni mutlu etti, öncelikle onlara güvendim galiba. Dizinin senaristlerini yürekten kutluyor, benim gibileri bile izleyici olarak kazandıkları ve her seferinde ters köşeye yatırıp benimle resmen “akıl oyunları” oynadıkları için takdir ediyorum. Halit Ergenç ve Bergüzar Korel’in sergiledikleri oyunculuk muhteşemdi, daha iyisi yapılamazdı adeta, başta onlar olmak üzere tüm oyuncu kadrosunu kutluyorum çünkü hakikaten çıtası yüksek bir oyunculuk sergilediler. Alkışı hak ediyorlar. Aslında senaryoda yer yer beni isyan ettiren detaylar ve saçmalıklar vardı ama bu bir eleştiri yazısı değil, o yüzden bunlara değinmeyeceğim.

Dizinin tarihi gerçeklerle birebir uyup uymadığını, karakterlerin gerçekte var olup olmadıklarını da tartışacak değilim, çünkü bunu son derece gereksiz buluyorum. Sonuçta bir senaryodan bahsediyoruz, tarihi bir belgeselden değil. Elbette ki okuduğunuz kitaplar gibi senaryonun da bir hikâyesi, olay örgüsü, aşk teması olacak. Bunlar hayata dair şeylerdir. Aslına bakarsanız işin güzelliği de burada. Tüm bunların yaşanmış bazı gerçeklere dayanarak kurgulanmış olaylar zinciri olduğunu bile bile verilmek istenen mesajı almak, o ruhu yakalamak.

Dün akşamdan beri içimde, vatan toprakları düşman işgalinden kurtulduğu, bağımsızlığına kavuştuğu için tuhaf bir huzur var. Hayır gülmeyin, tüm bunların sadece bir gecede ve onun da dün gece yaşanmadığını ben de biliyorum. Bu huzuru, bu mutluluğu, bu gururu 96 yıl boyunca her gün yaşamamız gerekiyordu aslında (farkındalık).

Yaşadık mı? Hiç sanmıyorum, belki ara ara aklımıza gelmiştir, o kadar. İzmir’in Alsancak’ında, Edremit’in Akçay sahilinde elimizde dondurmayla gezerek denizin tatlı dalgalarını seyredip mis gibi iyot kokusunu içimize çekerken, “Allah'ım çok şükür memleketimin topraklarında özgürce dolaşabiliyorum, aldığım bu deniz kokusu, bu huzurlu nefes bile atalarımızın hediyesidir bana,” diyor muyuz acaba (sorgulama)?

En azından kendi adıma konuşayım, bize tekrar hatırlatan diziler, filmler, kitaplar, tiyatro oyunları, vb. olmadığı sürece sahip olduğumuz özgürlükleri ya gökten zembille inmiş gibi algılıyoruz ya da içine doğduğumuz ve aksi bir yaşam tarzını hiç bilmediğimiz için elimizde nasıl bir nimet olduğunun farkına varmıyoruz. Aslında bunlar bazı değerleri tekrar hatırlamamız için birer araçtır; kullanmayı bilene. Uzun boylu düşünmeye gerek yok, sadece Filistin’i aklımıza getirmek bile, “Çok şükür,” demek ve bastığımız topraklara artık daha farklı bir gözle bakmak için yeterli (duygusallık).

Verilen bağımsızlık mücadelesi bizler içindi, milli duygularımızı ve hayatımızı özgürce yaşayabilmemiz için. Tarih boyunca sömürge altında yaşamak zorunda kalmış toplumlara kısa bir bakış atmak, gerçekte nelere sahip olduğumuzu anlamakta bize yeterince ışık tutar.

Bu duyguları sıcağı sıcağına yaşamış olan bir toplumun Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkeyi kalkındırmak ve yaşanan savaşların yurt çapında büyük yıkımlara sebep olması yüzünden bu sefer ayağa daha güçlü kalkmak için sanayi, eğitim, ziraat gibi birçok alanda nasıl bir mücadele içine girdiklerini hepimiz biliyoruz. Belki bizim de gelecek nesillere daha güzel bir ülke bırakmak için bu milli değerleri arada bir hatırlayıp damarlarımızda akan kanın asaletini iliklerimize kadar hissetmemiz ve kendimiz için değil; VATAN için çalışmamız gerekiyordur. Ne dersiniz?

Sevgiyle kalın…

YORUMLAR

  • 0 Yorum