Evlilik, iki kişinin aile kurmak üzere kanunların uygun gördüğü şekilde, ruhen ve bedenen bir ömür boyu sürecek şekilde bir araya gelmesidir. 10. yüzyıla kadar Roma'da evlenme işlerinde yasama ve yargılama yetkileri devlete aitti. Bununla birlikte, hristiyan kilisesi, kuruluşundan itibaren, kendi mensuplarının evlenmelerinde uyulması gerekli bazı özel emirler ve yasaklar getirmişti; bunlara karşı gelen dini cezalara çarptırılır, en önemlisi de aforoz edilirdi. Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra siyasi otoritesinin ortadan kalkması, kilisenin bu yasama ve yargılama yetkilerini yavaş yavaş benimsemesine yol açtı. 10. yüzyıldan itibaren de onun bu yetkilerine karşı çıkan olmadı. Fakat yeniden güçlenen krallık, öteki işlerde olduğu gibi evlenme konusunda da kilisenin yetkilerine sahip çıkmaya kalkıştı. Bu çaba Batı'da 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar sürdü ve evlenme akitlerinin belediyelere bırakılmasıyla son buldu.
Türk topluluklarında boyların, obaların, yaşama kurallarına, ahlâk anlayışlarına, gelenek ve göreneklerine ve yaşanan ortamın kültür durumuna göre az çok değişen evlenme törenleri vardı. Bu törenler, yapı ve nitelikleri bakımından ilden ile, bazen köyden köye göre de değişiklik gösterebilir. Eski çağlardan kalma gelenek ve inançlar farklı tutumlarla bu törenlerde yaşar. Bu yüzden, Türk evlenme törenlerini tek bir ölçüye göre açıklamak yeterli sayılmamalıdır.
Orta Asya Türklerinde, bilinen en eski evlenmeler, toplumun bağlı olduğu din inançlarına göre yapılırdı. Boyun, obanın dini önderi olan kam veya şaman, evlilik kurumunun gerçekleşmesinde en önemli görevi yerine getirir: evlenmeye kararlı çiftleri törenle birleştirir, bölgenin durumuna göre ev veya çadır sahibi yapardı.
Evlilik törenleri, evlilik öncesi, evlilik sonrası ile ilgili çok şey yazılabileceği gibi, evliliklerin nedenleri ile ilgili de ciddi tartışmalara girilebilinir. Evlilikle ilgili bunca şey söyledikten sonra benim ilgimi çeken başka bir konuda dikkatinizi çekmek istiyorum. İnsan olarak evlilikle ilgili dini ve medeni bir çok tabularımız oluşmuşken, evliliğe verdiğimiz önem konusunda köklü bir insanlık tarihi ve birikimi oluşmuşken; günümüzde özellikle de insan sayısındaki aşırı artış da göz önüne alındığında farklı düşünceler ortaya çıkmaya başladı. Günümüz insanı hukuk, medeni birliktelikten uzaklaşmaya başladı. 2013-2016 yılları arasındaki boşanma istatistiklerini incelediğimde bunu açıkça görüyorum. Kocaman sevda cümleleri ile başlayıp da biten sevdalar görüyorum. Yaşamın günümüz insanına yüklediği aşırı stres yüklü koşullar, bireylerin birbirlerine katlanmalarını da zorlaştırıyor. Anlık duygular hepimizi esir almış durumda. Hayatı ve sevdiklerimizi hızlı yaşıyor ve birbirimizi hızlı tüketiyoruz. Kısa sürede geriye hiçbir şey bırakmıyoruz. Bu hızlı yaşayış biçimi nesilden nesile aktarılmaya başlıyor. Çocuklarımıza da biriktirmeyi değil, tüketmeyi öğretiyoruz.
Uzun uzun cümleler kurabilirim ama bu kez burada kesmek istiyorum yazıyı. Tüketme çılgınlığına yavaş yavaş değil, hızlı hızlı teslim oluşumuz hangimizin canını sıkmıyor ki...
YORUMLAR