En kolayıdır aslında; bilmediğimiz hayatlar hakkında yorum yapmak... Günümüz tüketim çağı. Tüketiyoruz birbirimizi. Tüketiyoruz ilişkilerimizi. Tüketiyoruz dostluklarımızı. Tüketiyoruz insana ait ne varsa…
Sosyal medyanın ortaya çıkışı belki de iletişim açısından bir devrimdir. Bir başka açıdan baktığımızda ise ilişkiler açısından bir yıkım. Kişisel sayfanızdan paylaştığınız bir düşünceniz bile karşıtları tarafından yuhalanıyor, saldırıya uğruyor. Birlikte sohbet ettiğiniz, çay içtiğiniz arkadaşınız; bir gün sonra yaptığınız bir paylaşımın altında size hakaret edebiliyor. Duymadan, görmeden, bilmeden ve öğrenme çabası içinde olmadan yorum yapıyoruz her konuda. Bizi ne kadar ilgilendirdiğini umursamadan, karşımızdakinin neler düşündüğünü önemsemeden, parmağımızın ucunda hedefe oturttuğumuz kişinin neler yaşadığını bilmeden yargılıyoruz. Hakim gibi, hakem gibi davranıyoruz.
Toplumda ya ‘onlardansın’ ya da ‘bizdensin’ ikileminde bir taraftan olmaya zorlanıyoruz. Oysa doğruları söylemek, doğru şekilde davranmak için birinin yanında olmak zorunda mıyız? Doğru olan neyse onu söylüyor olmak, birilerinin parmağını size yöneltmesini göze almanızı gerektiriyor. İşaret parmağınızla karşıyı gösterirken; diğer dört parmağınızın sizi gösterdiğini nasıl görmezden gelirsiniz?
Özür dilemenin erdem olduğu cümlelerden kurmak istemiyorum artık. Aynı masanın etrafında, yan yana ve aynı görüşte olmasam da saygıyla sohbet etmeyi özlediğimi fark ettim son zamanlarda. Saygılı olmanın, insan olmakla ilgili olduğunu hatırlatmak için yazıyorum bu yazıyı. Her zaman haklı olanlarla değil, yaptığı yanlışın ardından özür dileyenlerle mutlu olabiliriz oysa.
Herkes somurtuyor son zamanlarda. Kimse kendisine bakmıyor. Özeleştiri yok. Sadece yargılıyoruz karşımızdakileri. ‘Onun neden küpesi var’, ‘Onun neden saçı uzun’, ‘O şöyle’, ‘Bu böyle’…
Mutsuz ediyoruz birbirimizi dostlarım. Mutsuz etmek için yaşar hale geldik. Mutsuzluğa alıştık en acısı. Mutlu, gülümseyen birini gördüğümüzde yargılamaya başlar olduk. Ne ara biz bu hale geldik?
YORUMLAR