Chp'li Erkek: "Yüksek Seçim Kurulu, Yüksek Saray Kurulu Olmamalı!"
CHP
Çanakkale Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi Muharrem Erkek, Yüksek
Seçim Kurulu Yasa Teklifi’nin tümü üzerine, CHP Grubu adına Meclis’te söz aldı.
YSK’nın demokrasi ve ülkemizin geleceği konusundaki öneminden bahseden Erkek,
seçim güvenliği aleyhine düzenlemelere değindikten sonra, teklifin son halinde
karşı oldukları konuları sıraladı. YSK’da, il ve ilçe seçim kurullarında
çalışan personelin haklarının ve kurum hafızasının yok edildiğini belirten
Erkek, bu maddelerin tekliften çıkarılması gerektiğini söyledi. Konuşmasının
devamında, son günlerin en önemli tartışmalarından olan Malta ve Man
Adalarındaki Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın yakınlarının mali ilişkilerine
değinen Erkek, bu konunun hukukun yanında siyasi ahlak sorunu olduğunu dile
getirdi ve “İktidar sahipleri Kristof Kolomb gibi dünyayı keşfe çıkmışlar.
Denizlerde vergi cennetleri için ada keşfediyorlar. Yakında dünyada yeni bir
kıta keşfedebilirsiniz.” dedi. Konuşma Meclis tutanaklarına şöyle yansıdı:
Tutanak
Metni:
CHP GRUBU ADINA MUHARREM ERKEK (Çanakkale) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 505 sıra sayılı Kanunu
Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle milletimizin ve tüm İslam dünyasının Mevlit
Kandili'ni de kutluyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Yüksek
Seçim Kurulu" deyince tabii, o kadar önemli ki seçimlerin güvenliği,
seçmen kütüklerinin oluşturulması, denetimi, seçim süreçlerinde eşitlik,
dürüstlük, adalet... Burada "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."
yazıyor. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletindir olabilmesi için işte bu seçim
süreçlerinin demokratik, eşit, adil, özgür süreçler olması bir zorunluluk.
Bunları denetleyecek, bunu sağlayacak organ da Yüksek Seçim Kurulu. Ama
özellikle son seçimlerde yaşananlara baktığımızda kaygı verici gelişmeler;
demokrasinin temelinden sarsıldığı, seçmen iradesinin sakatlandığı, daha
doğrusu, bununla birlikte egemenliğin zedelendiği süreçler yaşadık. 1 Kasıma
giden süreçte seçimler demokratik, eşit, adil koşullarda olmadı, maalesef.
Yüksek Seçim Kurulu da bu süreçte gereğini, görevini yerine getiremedi.
Bakın, TRT'nin resmî sitesinde "Yayın İlkelerimiz"
başlığı çıkıyor açtığımız zaman. TRT yayın ilkelerini sıralamış, diyor ki
burada: "Anayasa'nın 133'üncü maddesi uyarınca kamu tüzel kişiliğine sahip
Türkiye'nin tek kamu yayın kuruluşu olarak yayınlarımızın tarafsızlığı esastır."
Yine, ne diyor? "...tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi
partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet
olmamak." diyor. İşte bunları yazıyorsunuz, kendi sitenizde açıklıyorsunuz
ama seçimlerde iktidar partisi ayda elli saat yer buluyorsa ana muhalefet
partisi veya diğer partiler birer saat bile yer bulamıyor, bazı partiler hiç
bulamıyor. Peki, Yüksek Seçim Kurulu ne yapıyor? Hiçbir şey, maalesef,
yapamıyor.
Yüksek Seçim Kurulunun bir teşkilat yasasının olması
doğaldır, olmalıdır; bunu hepimiz destekliyoruz, destekledik. Ancak, on beş
yıldır tek başına iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin neden bugün bu
teşkilat yasasının aklına geldiği de bir soru. Toplumun bir kesimi haklı olarak
soruyor: "16 Nisan 2017 referandumundaki açıkça kanuna aykırı mühürsüz oy
pusulası kararından sonra bu teşkilat yasası acaba bir mükâfat mı Yüksek Seçim
Kurulu Başkanına veya Kurula?" Bu soruyu soruyor insanlar çünkü zamanında
bu teşkilat yasasını getirmeniz ve çıkarmanız gerekirdi. İnsanlar haklı olarak
soruyor çünkü 16 Nisan 2017 referandumunda, maalesef, seçmen iradesi
sakatlandı.
16 Nisandan dört gün önce, 12 Nisanda Yüksek Seçim
Kurulu bütün ilçe seçim kurulu başkanlarıyla ve ilçe seçim müdürleriyle
toplantı yaptı. O toplantıda dedi ki: "Mühürsüz zarflar ve oylar geçersiz
sayılacak." Seçim başladı, sandıklar kapandı, sandıklar açıldı, oylar
sayılmaya başlandıktan sonra oyunun kuralı değiştirildi ve Yüksek Seçim Kurulu
açıkça kanuna aykırı bir şekilde mühürsüz zarfları, oyları geçerli saydı ve
bugün dahi artık mühürsüz kullanılan oyları tespit etmek mümkün değil ve
kuvvetler ayrılığını, demokrasiyi yıkan bir Anayasa değişikliği Yüksek Seçim
Kurulunun bu kararıyla da şaibe altında kaldı ve meşruiyeti sürekli
tartışılacak. Evet, şeklen yürürlüğe girmiştir ama asla meşru değildir, bunu
her fırsatta dile getireceğiz. Onun için Yüksek Seçim Kurulu çok çok önemli.
Bakın, bu teklif Sayın Grup Başkan Vekilinin tek
imzasıyla geldi, Yüksek Seçim Kurulu görevleri, teşkilatı yasası tek imzayla
geldi ve imza sahibi, teklif sahibi esas komisyonda ve alt komisyonda hiçbir
görüşmeye, toplantıya katılmadı. Bu teklif hazırlanırken siyasi partilerin,
Danıştayın, Yargıtayın -ki Danıştay ve Yargıtay üyelerinden oluşuyor Yüksek
Seçim Kurulu- görüşleri alınmadı, katılımcılık sağlanmadı; sivil toplum
örgütlerinin, büyük meslek odalarının, Türkiye Barolar Birliğinin katılımı
sağlanmadı; maalesef bu kadar önemli bir kanun tasarısı hiçbir katılım
sağlanmadan, yalnızca tek imzayla Meclis Başkanlığına sunuldu.
Tabii, böyle olunca ciddi eksiklikler olduğunu da
tasarıda gördük. Gerek esas Komisyonda gerek alt komisyonda birçok noktayı
düzeltmek zorunda kaldık, birlikte de düzelttik ama maalesef bu teşkilat yasası
seçimlerin güvenliğini, seçim süreçlerinde adaleti, tarafsızlığı, bağımsızlığı,
eşitliği, özgürlüğü sağlayabilecek bir tasarı değil.
Bir örnek vereyim, bu örnek bile tek başına yeterli
olabilir. Mevcutta, Yüksek Seçim Kurulunun tüm giderlerini Adalet Bakanlığı
karşılıyor Adalet Bakanlığı bütçesinden ayrılan bir kalemle. Şimdi, müstakil
bir kanun teklifi getiriyoruz, "Yüksek Seçim Kurulu bağımsız olmalı,
tarafsız olmalı, özerk olmalı, güçlü olmalı." diyoruz ama yine bu
tasarının içinde ne yapıyoruz? Yüksek Seçim Kurulunun merkez ve taşra
teşkilatının bütün giderlerini yine Adalet Bakanlığı bütçesine bağlıyoruz. Yani
Yüksek Seçim Kurulu siyasi iradenin, iktidarın vesayeti altında çalışmaya
maalesef devam edecek.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; teklifte
üzerinde durmamız gereken birçok madde var. Uygulamada birçok kararı Kurul
alırken burada çok önemli kararları, üst düzey personelin atanması gibi önemli
kararları Başkan tek başına -Başkanın iki dudağının arasında- keyfî bir şekilde
alabilecek. Hâlbuki, bu atamaların -daire başkanı gibi, genel müdür gibi,
Yüksek Seçim Kurulundaki üst düzey atamaların- Kurulun teklifiyle yapılması ve
Kuruldan alınacak kararla Başkan tarafından yapılması çok daha uygundur. Ama
her yerde bir tek adam yaratılmak isteniyor, bunu açıkça ve net olarak
görüyoruz ve bu tek adamların da bağlı olduğu tek adam zaten, maalesef saray
rejimiyle... Bunu da hepimiz biliyoruz.
Bakın, bu teklif hazırlanırken çok önemli iki madde
karşımıza geldi. Meclis Başkanlığına sunulan teklifte ve Anayasa Komisyonumuza
havale edilen teklifte baktık ki sandık kurulu başkanlarının atanmasıyla ilgili
siyasi partilerin katılımı, denetimi tamamen ortadan kaldırılmış. Mevcutta,
biliyorsunuz, sandık kurulu başkanları -ki çok önemlidir seçim güvenliği
açısından- siyasi partilerin de katılımıyla kurayla belirlenirken bu teklifin
içinde ilçe seçim kurulu başkanlarının tek başına atamasına bağlanmış.
Yine, müşahitler. Müşahitlere ciddi kısıtlama
getirilmiş. Alt Komisyonda bunları oy birliğiyle tekliften çıkarttık. Çok
önemliydi, bunların tekliften çıkması çok önemliydi; aksi takdirde, seçim
güvenliği temelinden sarsılacaktı. Eğer biz seçim güvenliğini sarsarsak,
sandıktan çıkan sonuca saygıyı, güveni kaybedersek demokrasiyi kaybederiz. Bu
çıkartıldı, yarın 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun'un
içinde tekrar getirilmemesini önemle vurgulamak istiyoruz. Uyum yasaları
içerisinde, 298 sayılı seçimlerin temel hükümlerini düzenleyen yasa içerisinde
bu konuda düzenleme yapılacaksa siyasi partilerin katılımını, denetimini
artıran, müşahitlerle ilgili de kısıtlayan değil müşahitlerin denetimini,
gözetimini artıran, gözlemcileri çoğaltan, sivil toplumun, Oy ve Ötesi gibi bu
konuda özverili çalışmalar yapan grupların katılımını da sağlayacak
düzenlemeler olmalı. Umarız iktidar tekliften oy birliğiyle çıkarttığımız bu
düzenlemeleri yarın bu Mecliste karşımıza başka düzenlemeler içinde getirmez.
Bunu da önemle takdirlerinize sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, teklifin içine, teklifin
içeriğine baktığımızda, uzun yıllardır Yüksek Seçim Kurulu bünyesinde, il ve
ilçe seçim kurullarında görev yapan, özveriyle görev yapan, bu memleketin her
köşesinde dürüst seçimler yerine getiren personel maalesef hiç düşünülmemiş.
Yüksek Seçim Kurulu bünyesinde görev yapan, ilçelerde, ilçe seçim kurullarında görev
yapan ve on bir on iki yıldır görevde yükselme sınavı bekleyen ve bunu da haklı
olarak bekleyen insanlar şimdi eğer istenirse bir çırpıda tasfiye edilebilecek,
bir çırpıda. Hiçbir güvenlikleri, hiçbir güvenceleri maalesef kalmayacak. Çünkü
öyle uygulamalar getiriliyor ki, örneğin sözlü sınav, uygulamalı sınav gibi
eklemelerle mevcut görev yapan seçim müdürlerinin ve seçim personelinin yerine
dilediklerini iktidar atayabilecek. Mevcut görev yapan personelin, hakkaniyet
gereğince, mutlaka statüleri korunmalı ve kurul hafızası bir çırpıda yok
edilmemeli çünkü bu görev yapan personel seçimlerin, Yüksek Seçim Kurulunun
aynı zamanda da önemli bir hafızası. Bu nedenle, teklifteki 10'uncu maddenin
(6)'ncı ve (9)'uncu fıkralarının yine geçici 1'inci maddenin (6)'ncı bendinin
mutlaka tekliften çıkarılmasını Genel Kurulun takdirlerine önemle sunuyoruz.
Açıktan atama imkânı sağlanarak kurum hafızası yok
edilmemeli. Öncelikle on bir yıldır, on iki yıldır görevde yükselme sınavı
bekleyen personelin atamaları yazılı sınav sonucuna göre ve liyakate göre
yapılmalı, sözlü sınav uygulaması da mutlaka bu tekliften çıkarılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 16 Nisan 2017
Anayasa değişikliği şeklen yürürlüğe sokulduktan sonra zaten fiilen tek adam
rejimi hukuki zeminini de bulmuş oldu. HSK'yı -Hâkimler ve Savcılar Kurulunu-
Cumhurbaşkanı tek başına belirliyor çünkü Cumhurbaşkanı aynı zamanda da iktidar
partisi siyasi partinin Genel Başkanı oldu. Kurul üyelerinin 6'sını kendi
seçiyor, Adalet Bakanı, Müsteşar ve 4 üyeyi direkt olarak atıyor, 7'sini de 316
milletvekiliyle, bu çoğunluğuyla Meclise seçtiriyor. Yüksek Seçim Kurulunun
Yargıtay ve Danıştay üyelerinden oluştuğunu da düşünürsek HSK seçimi çok önemi.
Bizim derdimiz demokrasi, bizim derdimiz hukuk devleti, bizim derdimiz Yüksek
Seçim Kurulunun yüksek saray kurulu olmaması; bizim çabamız bu. Biz, bunun için
esas Komisyonda ve alt komisyonda çalışmalarımızı yürüttük.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
"seçimler" dediğiniz zaman, egemenlik devreye giriyor. Milletimiz
egemenliği yetkili organları eliyle kullanıyor, yasama, yürütme, yargı
organları eliyle. Egemenliğin gerçekten millete ait olması için de seçimlerin
demokratik, eşit, adil olma zorunluluğu vardır. Ama maalesef son dönemlerde,
biz iktidarın ve sarayın demokratik seçimlerden, adaletli, eşit şartlarda
yapılan seçimlerden korktuğunu da görüyoruz. Çünkü uygulamalar bu yönde. Biz,
ilk yapılacak ve OHAL rejiminin kalktığı -çünkü OHAL rejiminde zaten demokrasi
ve hukuk beklemek maalesef hayalden öte bir şey değil- ilk seçimlerde,
demokratik, adaletli seçimlerde milyonlarla birlikte, demokrasiye, adalete,
hukuk devletine, eşitliğe, özgürlüğe inanan milyonlarla birlikte bu kaderi de
mutlaka değiştireceğiz. Çünkü milletimiz seçimlerle hükûmetlere yetki veriyor
ama görüyoruz ki hükûmetler son derece basiretsiz hareket edebiliyorlar.
Değerli milletvekilleri, son iki gündür yükselen
tartışmalara da değinmek zorundayız. Çünkü her şey seçimlerle ilgili, her şey
seçmen iradesiyle ilgili. çünkü parlamento da hükûmet de bu seçimler sonucunda
oluşuyor. 2006 yılında bu Parlamento Kurumlar Vergisi Kanunu'nda bir değişiklik
yaptı, 30'uncu maddenin (7)'nci fıkrası, herkesin okuması lazım o fıkrayı. Dedi
ki Parlamento, Meclis: "Bundan sonra vergi cenneti ülkelerde kurulacak
şirketlerin gelirlerinden, bu şirketlerin mükellef olsun olmasın tüm
işlemlerinden, iş yerlerinden, hesaplarından, bu hesaplara yapılacak
ödemelerden, havalelerden yüzde 30 vergi alacağım." Yüzde 30. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin vergi cenneti ülkelerdeki şirketlerden vergi alması
gerekir. Bir şartla... Bakanlar Kurulunun vergi cenneti ülkelerinin listesini
yayınlaması görevini de verdi yasa. Ama Bakanlar Kurulu tam on bir yıldır
görevini suistimal ederek, görevini kötüye kullanarak kasten dünyadaki vergi
cenneti ülkelerin listesini yayınlamadı. Yayınlamadığı için devletin büyük bir
vergi ziyaı, vergi kaybı söz konusu.
Yirmi yıl ceza avukatlığı yapmış bir hukukçu olarak
vergi ziyaına sebebiyet vermekten onlarca kişinin davasına girdim. Bunu bizzat
Hükûmet yapıyorsa, Hükûmet görevini yerine getirmeyerek, kasten yerine
getirmeyerek vergi zayisine, vergi kaybına sebebiyet veriyorsa bu suçtur, bu
suçtur. Bir de üstüne üstlük, bu liste yayınlanmadığı gibi -maalesef artık
mizah konusu da oldu- bakıyoruz iktidar sahiplerine, Kristof Kolomb gibi
dünyayı keşfe çıkmışlar, denizlerde adalar keşfediyorlar. Yakında dünyada yeni
bir kıta da keşfedebilirsiniz. Bütün dünya Man Adası'nın İrlanda Denizi'nde
olduğunu sizin sayenizde öğrendi, Malta Adası'nın sizin sayenizde öğrendi
yerini dünyada. (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın, ben özellikle sizlerin vicdanına şunu sormak
istiyorum... Çok haklı sorular var.
Birinci soru: Vergi cenneti kabul edilen ülkelerde
niçin şirketler kurulur? Kimler buralarda şirketler kurar? Ticaret yapmak
herkesin hakkıdır. Ahlaklı ticaret yapmak, basiretli ticaret yapmak kaydıyla.
Neden kendi ülkenizde kurmuyorsunuz bu şirketleri? Neden?
BARIŞ YARKADAŞ (İstanbul) - Burada vergi var, onun
için.
MUHARREM ERKEK (Devamla) - Kendi ülkesinde vergi ödemek
istemeyenler vergi cennetlerinde şirketler kurar. Neden bu Malta'da ve Man
Adası'nda Başbakanın, Cumhurbaşkanının çocuklarının yakınlarının kurdurduğu
şirketler ortaya çıkıyor? Neden? Bu soruyu sormamız lazım. Bu şirketler niçin
kuruluyor?
İkinci soru: Bu şirketlerin offshore hesapları arasında
gönderilen, aktarılan paraların -milyonlarca dolar para- bu paraların kaynağı
nedir? Bu kaynağı da bizim sormamız gerekir burada. Olayın hukuki boyutu
yanında çok önemli siyasi ahlak boyutu da var. Bu paraların kaynağı nedir
değerli milletvekilleri?
Üçüncü soru: Bu paralar vergilendirilmiş midir? Bu
paraların vergisi alınmış mıdır? Malta Adası'nda ve Man Adası'nda eğer
Başbakanın, Cumhurbaşkanının yakınlarının, çocuklarının kurdurduğu şirketler
ortaya çıkıyorsa bu çok ciddi bir sorundur. Bu, siyasi ahlakın maalesef
çöktüğünü gösterir. Bu gerçeği mutlaka her fırsatta yüksek sesle dile
getireceğiz.
Bakın, değerli milletvekilleri, asgari ücretle çalışan
bir işçi asgari ücretten kesilen vergiler sebebiyle evine et götüremiyor, beyaz
peynir götüremiyor, tereyağı götüremiyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu memlekette
asgari ücretle çalışan taşeron işçileri, emekçiler, emekliler, çiftçiler, esnaf
o kadar ağır bir vergi yükü altında ki, o kadar zor şartlarda ayakta
durabiliyorlar ki. Ama, bakıyoruz, Cumhurbaşkanının, Başbakanın çocukları kendi
ülkelerinde vergi ödememek için dünyada kendilerine cennet bahçeleri kurmuşlar.
Bunları burada konuşmak, tartışmak zorundayız ama siz ısrarla bu kirli
ilişkilerin üzerini örtmeye çalışıyorsunuz maalesef. Siz örtmeye çalıştıkça,
maalesef, bu kirli çamaşırlar da ortaya seriliyor; olan, devletimize ve
milletimize oluyor. Eğer siz gereğini yapsaydınız, siz Reza Zarrab'ı Türkiye'de
tutuklayıp yargılasaydınız Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı da
zedelenmezdi.
Bakın, ben Sayın Devlet Bahçeli'nin çok önemli bir
tespitini paylaşmak istiyorum, çok yakın bir tarihte diyor ki: "Alimallah,
İranlı kaçakçı alayınızı ele verirse okyanus ötesinde yandaş hâkim, savcı da
bulamazsınız, büyük bir skandalın faili olmaktan kurtulamazsınız."
Şimdi, bakıyoruz, Panama belgeleri, Paradise Papers
belgeleri, Malta Adası, Man Adası, Rıza Sarraf'la rüşvet ilişkileri, kara para
ilişkileri, kirli ilişkiler... Maalesef, hep aynı isimler, aynı şirketler
dökülüyor ortaya. Neden?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erkek, bir dakika ek süre veriyorum,
sözlerinizi tamamlayın lütfen.
MUHARREM ERKEK (Devamla) - Tamamlayayım, teşekkür
ediyorum.
Bakın, tekrarlıyorum, değerli milletvekilleri: Panama
belgeleri, Paradise Papers belgeleri, WikiLeaks belgeleri, Man Adası, Malta
Adası, vergi cenneti ülkelerde kurulan şirketler, bu şirketlerin ortakları,
hissedarları, offshore hesaplarına yapılan para transferleri... Neden hep aynı
isimlerle karşılaşıyoruz biz? Neden hep ortaklar Cumhurbaşkanının, Başbakanın,
Hükûmetin yandaşları çıkıyor, neden? Bu iddiaları araştırmak Türkiye Büyük
Millet Meclisinin görevi değil mi?
Kimler vergi cennetlerinde şirketler kurar ben size
söyleyeyim: Kendi ülkelerinde vergi ödemek istemeyenler, yasa dışı kaynaklardan
elde edilen gelirleri gizlemek isteyenler, kara para aklamak isteyenler, kendi
ve şirketlerinin, müşterilerinin servetlerini gizlemek isteyenler buralarda
gider şirketler kurarlar. Bu bile başlı başına çok önemli bir siyasi ahlak
sorunudur. Hele hele devleti yönetenlerin, hele hele devleti yönetenlerin
kendilerinin ve ailelerinin mal varlıkları, işlemleri, ticareti, her şeyi son derece
şeffaf, basiretli, ahlaklı olmak zorundadır diyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum.
YORUMLAR