Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Bülent TURAN

Bülent TURAN


YENİ ANAYASA: TARİHİ BİR SORUMLULUK

28 Aralık 2016 - 18:44

Türkiye Cumhuriyeti, 1950’de demokrasiye geçiş yaptığından beri askeri müdahaleler adeta siyasi hayatımızın olağan bir parçası oldu.

27 Mayıs 1960’da ülkenin seçilmiş iktidarına kast eden darbeciler, Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş ilk başbakanı Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Dışişleri Bakanı ve Çanakkale Milletvekili Fatin Rüştü Zorlu’yu idam ettiler.

27 Mayıs darbesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısını o kadar bozdu ki, 1960’lı yıllar ordu içindeki irili ufaklı cuntalarında darbe girişimlerine sahne oldu.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de yaşanan darbelerle siyasetçiler ve toplum zapturapt altına alınmaya çalışıldı.

28 Şubat 1997’de askeriyle, medyasıyla, iş dünyasıyla mütedeyyin kitlelere adeta savaş açıldı.

AK PARTİ 2001 yılında kurulduğunda, 1960’tan itibaren yaratılan vesayet düzeniyle mücadele edeceğine dair milletimize söz verdi.

Nitekim hiçbir grubun vesayetini kabul etmedi ve her dönemde her vesayetle mücadele etti.

27 Nisan 2007’de muhtıra verildiğinde AK PARTİ hükümeti bu muhtıranın karşısında durdu, buna tepki gösterdi. Bu tepki, Türkiye’de bir ilkti!

AK PARTİ o gün de bir kez daha muhtıralara, darbelere, parti kapatmalara karşı duracağını gür bir sesle haykırdı.

Milletimizin artık 27 Mayıs’taki, 12 Eylül’deki gibi suskun bir toplum olmadığını göremeyenler ise, 15 Temmuz gecesi milletimizin istiklaline kast ettiler.

Üniforma kılığına girmiş teröristler geleceğimizi çalmak istediler.

Aklını meczup bir sahte hocaya kiralamış, gözü dönmüş haşhaşi darbeciler tanklarla, savaş uçaklarıyla vatandaşlarımızı şehit etti.

Düşman kuvvetlerinin bile karışmadığı Gazi Meclis, bu alçak teröristler tarafından bombalandı.

Bu hain girişim karşısında milletimiz adeta ikinci bir Milli Mücadele destanı yazdı.

Başbakanımızın ve Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla sokağa çıkan vatandaşlarımız, tankların karşısında durdu, kurşunların üzerine yürüdü.

Küçüğünden büyüğüne herkes meydanlara döküldü.

İlk meydana çıkan illerden biri de Çanakkale’ydi.

Millet, can verdi, gazi oldu. Ama “mabedin göğsüne namahrem eli” değdirmedi.

Kimisi 16 yaşındaki Abdullah Tayyip gibi babası Erol Olçok’la beraber şehit düştü.

Kimisi, Meclis’in önünde Meclis’in hukukunu korurken şehit düştü, 22 yaşındaki Yasin Naci gibi…

Sütçü İmamlar, Nene Hatunlar adeta tarihin içinden yeniden gelerek yaşarken bir tarih yazdılar.

“Burası benim vatanım, memleketimi işgalcilere çiğnetmem” dediler.

Cumhurbaşkanımızın deyimiyle adeta ölümü öldürerek bir destanın öncülüğünü yaptılar.

101 yıl önce işgalcilere geçit vermeyen Çanakkale cephesi bütün yurt sathı oldu.

15 Temmuz Kut'ül Amare oldu, Dumlupınar oldu.

Milletimiz Türkiye’nin 81 ilinde 27 gün boyunca meydanlarda demokrasi nöbeti tuttu.

Çanakkale halkı, 1915’teki o tarihi destanı yeniden yazarak 15 Temmuz gecesinden itibaren meydanları hiç boş bırakmadı.

15 Temmuz tarihî direnişinin asil bir parçası oldu.

15 Temmuz sonrasında bütün Türkiye, iktidarı ve muhalefetiyle yeni bir Türkiye’nin olduğunu ortaya koydu.

Türkiye’yi çetelerden ve terörden arındırmak, Türkiye’yi istikrarlı bir ülke haline getirmek bundan böyle temel görevimiz olmalıdır.

Cumhurbaşkanlığı sistemi, bu bakımdan tarihi bir fırsat olarak önümüzde durmaktadır.

Ya istikrarsızlığın hüküm sürdüğü, Cumhurbaşkanı-Başbakan kavgalarının gündem olduğu bir ülke olacağız.

Ya da istikrarlı yönetimler altında kalkınan bir ülke olacağız.

Buna karar verecek olan biziz.

Böylesine önemli bir dönemeçte tarihin bize yüklediği bu sorumluluktan kaçınamayız.

Gelecek kuşaklar için bu sistemi Türkiye’de inşa etmeliyiz.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum