Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Ahmet KOCABAŞ

Ahmet KOCABAŞ


KUR'AN'IN EVRENSEL GERÇEĞİ (1)

13 Şubat 2019 - 18:03

               a-GİRİŞ:
               1-Müslümanlar Kur’an’ı Tanıyor mu?
               Bu çalışma yaklaşık elli yıldır Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılması ve hayata aktarılması konusuna kafa yoran, Kur’an’a bağlı amatör bir ilahiyatçının, ilmî kaynaklara dayanarak yaptığı araştırmalar sonucunda ulaştığı bazı düşünce, anlayış ve tespitleridir. Yirmi birinci yüzyılda Kur’an yeniden nasıl ihya edilmeli, yeniden nasıl anlaşılmalıdır? Bu yazı bu sorunun cevabını aramaktadır.
               Papa II. Jean Paul’un 1999 yılında “Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hristiyanlaştıralım” dediği iddia edilir… (Bk. Prof. Dr. A. Küçük, Misyonerlikten Diyaloğa Türkiye, VIII, AZİZANDAÇ, Ankara 2008).
               Bu düşünceden hareketle tahrif edilmiş bir din anlayışıyla Asya’yı Hristiyanlaştırmak isteyen- lerin aksine yirmi birinci yüzyıl, neden İslâm’ın yeniden diriliş yüzyılı olmasın? Neden bu yüzyıla Kur’an yeniden damgasını vurmasın ve bu yüzyılda Kur’an yeniden İHYA edilmesin? Neden bu ihya hareketi- nin merkezi Türkiye ve Türk milleti olmasın? Ve neden bu İhya hareketinin motor gücünü yaklaşık yüz yıllık tecrübe ve birikimiyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat fakülteleri yapmasın? Bu fakültelerin kürsülerini meşgul eden değerli ilim adamı profesörlerimiz, akademisyenlerimiz, uzmanlarımız nerede ve neden İslâm adına, Kur’an adına gerçekleri haykırmıyorlar? Allah’ın ve Peygamber’in adamı olması gereken bazı ilahiyatçı ve din görevlilerinin başka yerlerin ve başka mahfillerin adamı olmalarını nasıl izah emek gerekir Allah aşkına? Bugün Türkiye’de tarikat ve cemaat mensuplarının sesi çıktığı kadar İlahiyat Fakülteleri hocalarının ve Diyanet İşleri Başkanlığı yetkililerinin neden sesleri çıkmıyor ve ne zaman harekete geçecekler?
               Buna rağmen bugün yani yirmi birinci yüzyılda, Kur’an’a bağlı İslâmî diriliş hareketinin işareti- ni, ışığını görüyor ve ümitlerimizin yeniden yeşerdiğini memnuniyetle belirtmek istiyorum. Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle “Gerçek, Hak” geldiği zaman batıl ve sapkınlık yok olmaya mahkûmdur.
               Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
               “De ki: ‘Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.’” (17 İsra/81). “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (61 Saff/8).
               Şüphesiz batılın yok olması, Allah’ın nurunu tamamlaması Kur’an’a inanan Müminlerin, onu doğru anlamaları, anlatmaları ve yaşamalarıyla mümkündür. Kur’an’ı tekrar diriltecek olanlar da, yeniden ihya edecek olanlar da Müslümanlardır, ilim adamlarıdır. Çünkü yiğit düştüğü yerden kalkar.  
               Şu halde burada konuya şöyle bir soruyla başlamak gerekir: “İslâm’a teslim olmuş bir Müs- lüman, İlahi kitaplara inanmış bir Mümin ve Kur’an’ı rehber kabul etmiş bir İslâm toplumu olarak, acaba inandığımız ilahi kitap, Kur’an’ı gereği gibi tanıyor muyuz?”
               Hayır, tanımıyoruz ve tanımak istemiyoruz!
               Kur’an’ı, ne baştan sona ezberleyen hafızlar gereği gibi tanıyor ne de güzel sesiyle onu tilavet eden, okuyan kurralar. Yine Kur’an-ı Kerim’i, ne hat sanatıyla, süslü-püslü yazan hattatlar gereği gibi tanıyor, ne de onu evine, iş yerine, otomobiline asanlar. Kur’an’ı, ne mezar kitabı yapanlar tanıyor ne de nazar kitabı yapanlar. Kur’an’ı, ne ona inandığını söyleyenler gereği gibi tanıyor ne de onu inkâr edenler. Yüce Kur’an bir aksesuar, bir süs eşyası gibi değerlendiriliyor. Kur’an ve ayetleriyle ev, oda, duvar, işyeri süsleniyor, hatta otomobil kaza yapmasın diye ön cama minik boy Kur’an’lar ve o Kur’an’ dan ayetler asılıyor. Nazar değmesin diye boynunda Ayet el-Kürsî yazılı muskalarla dolaşan Müslü- manlar var bu ülkede. Kur’an, gelin giderken baba evinden koca evine süslü bir kılıf içinde taşınan ev dekorasyonuna dönüşmüş âdeta. Ancak uygulanması, yaşanması için gönderilen o Kur’an’ın, ahlakı, ilkeleri, emir ve yasakları, o kitaba inandığını söyleyen kimi Müminlerin gönlüne giremiyor, kalbini süsleyemiyor ve hayatını etkileyemiyor. İbadetini Allah ile yerine getirip ticaretini şeytanla ve işini şeytanca yapanlara Kur’an tesir etmiyor,  edemiyor! Oğlunun veya torununun sünnetinde, öğlen Kur’an okutup akşam içki servisi yapanlar, namaz kıldığı halde tefeciliği bırakmayanlar yok mu? Petrol zengini Orta Doğu ülkelerinde halk sefalet içinde yaşarken israfa batmış görkemli sofralarda altın ta- baklar içinde yemek yiyen zenginler yok mu?
               Ülkelerindeki Müslüman kardeşleri açlıktan ve çaresizlikten ölürken zengin kimi İslâm ülkele- rinin bir kısım varlıklı insanları altın şişlerde et kızartıp yiyebiliyor, binlerce yoksulun ihtiyacını karşılayacak servete yat alıp içinde zevk ü sefaya dalabiliyor. (Hayrettin Karaman’dan bk. Prof. Dr. İ. Sarmış, Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Algısı, 11, DÜŞÜN, İstanbul 2011).
               Böyle mi olmalı Kur’an dindarlığı ve bu mu İslâm Kardeşliği?!  
               Kısaca, dünyada en çok basılan, en çok dağıtılan, farklı dillere en çok tercüme edilen ve en çok okunan kitapların başında Kur’an gelmektedir. Buna rağmen tüm dünyada ve özellikle İslâm dünyasında en az tanınan, en az anlaşılan ve en az yaşanan kitap da maalesef yine Kur’an-ı Kerim’dir. (Kur’an’ın dünyanın en çok okunan kitabı olduğuna dair bk. Prof. Dr. M. Hamidullah-Dt. M. Yaşaroğlu, Kur’an-ı Kerim Tarihi ve Türkçe Tefsirler Bibliyografyası, 21, Yağmur, İstanbul 1965).
               Hz. Peygamber Kur’an’ı terk eden ümmetini Allah’a şöyle şikâyet etmiştir: “Peygamber, ‘Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey haline getirdi’ dedi.” (25 Furkan 30). Kitap olarak Kur’an Müslümanların elinde olabilir, bazı sureleri ezberlenmiş olabilir, ama o Kur’an’ın özü, ruhu ve cazibesi kaybolmuştur. Asıl sorun da budur.
               Hz. Mevlana demiştir ki: “Biz Kur’an’ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, postunu köpeklerin önüne attık.” (Bk. S. Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, 128, DERGÂH, Kasım 1999). Müslümanlar ise bugün Kur’an’ın postunu almışlar, ruhunu ve özünü terk etmişlerdir.
               Dünya üzerinde konuşulan 180 lisan olduğu, mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu 180 lisan- da Kur’an tercümesi hazırlığı yaptığı, Kasım 2011 yılında 30 farklı dilde Kur’an sergisi açıldığı biliniyor. Ülkemizde sadece Cumhuriyet tarihinde yaklaşık 200 civarında farklı Kur’an tercümesi yayınlandığı ve 30 civarında da Kur’an’ın farklı kişiler tarafından tefsirinin yapıldığı, bu tercüme ve tefsirlerin milyonlarca basıldığı, her yıl bu meal ve tefsirlere yenilerinin eklendiği haber veriliyor.
               Dünya üzerinde baştan sona ezberlenen yegâne kitabın Kur’an-ı Kerim olduğu ve sadece Türkiye’de bugün için yaklaşık 126. 500 civarında belgeli hafız bulunduğu bildiriliyor.
               Buna rağmen İslâm dünyası, son ilahi din İslâm’a, evrensel mesaj Kur’an’a ve bütün insanlığa rahmet bir Peygamber’e sahip olmasına rağmen, bugün bu kadar perişanlığının, bu kadar ezilmişli- ğinin, bu kadar horlanmışlığının, bu kadar cehaletinin ve bu kadar çaresizliğinin sebebi ne olabilir? Bunu araştırmak ve sorgulamak gerekmiyor mu?
               Bu kadar Müslümana, bu kadar Kur’an’a ve bu kadar hafıza rağmen bu toplumda neden hala birçok kadın şiddet görüyor veya öldürülüyor? Kız çocukları neden cinsel tacize uğruyor? Neden bu toplumda ahlaksızlık, hırsızlık, yolsuzluk söylemleri her gün artarak devam ediyor? Neden bu toplum- da doğruluk, dürüstlük, adalet, hak ve hukuk kavramları tüm toplumu kucaklayamıyor? Neden çok basit sebepler yüzünden Müslüman Müslümanı katlediyor? Neden televizyonlar her gün gasp ve soygun haberleri vermeye devam ediyor? Neden İslam ülkelerinden Hristiyan ülkelere Müslümanlar çoluk çocuklarıyla canları pahasına sığınmaya çalışıyorlar? Bugün Avrupa’nın temelini yozlaştırılmış Hristiyan kültürü oluştururken, neden tüm İslam dünyası bugün bir Kur’an kültürü, bir Kur’an medeni- yeti ve bir Kur’an geleneği oluşturamıyor?
               “Kur’an Mekke’de nazil olmuş, Mısır’da okunmuş ve İstanbul’da yazılmıştır” şeklinde güzel bir tespit vardır. Yani Kur’an-ı Kerim Mekke’de nazil olmaya başlamış, güzel sesli okuyucular tarafından Mısır’da okunması meşhur olmuş ve güzel hattatlar tarafından İstanbul’da yazılmıştır. Peki, en güzel ve en doğru şekilde, İslâm’ın ilk dönemi, Abbasiler, Endülüs ve Osmanlıların yükselme dönemleri hariç, Kur’an nerede yaşanmış ve nerede uygulanmıştır? Neden Müslümanlar bütün dünyaya örnek bir Kur’an ahlakı, herkesin gıpta ettiği, hayran kaldığı bir Kur’an yaşayışı sergileyemiyorlar? Bir zamanlar dünya Alman ve Japon mucizesinden bahsetmişti. Bugün neden bir Mısır, bir Pakistan, bir Arabistan, bir İran mucizesinden bahsedilmiyor? Bugün bir çok Müslüman ülkede İslâm ve Kur’an maalesef harcanıyor!..
               2-Emperyalizm, Kapitalizm ve Komünizme Sadece Kur’an Karşı Çıkmıştır:

YORUMLAR

  • 0 Yorum