Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Reklam
Ahmet KOCABAŞ

Ahmet KOCABAŞ


AYDINLIK İSLAM DİNİ

02 Ocak 2017 - 15:26

-Kuran’ı rehber bilen, aklı işleten ve ilmi mürşit kabul edenlere-
Kanaatim o dur ki, Müslüman olduğunu söyleyen birçok kişinin maalesef Yüce İslam dini hakkında gerekli ve yeterli bilgisi bulunmuyor. Böyle kişiler anasından, babasından veya mahalle mollasından duyduğu yarım yamalak bilgileri İslam dini zannediyor ve İslam diye anlatıyor. Hâlbuki İslam dini hakkında söylediklerimizin ve yazdıklarımızın mutlaka Kur’an ve Sünnet ‘ten onay alması, akla, mantığa uygun olması, bilimsel gelişmelerle ve hayatın gerçekleriyle mutabık kalması gerekir.
Konunun başlığı neden Aydınlık İslam Dini?
Çünkü İslam dini, kelimenin tam anlamıyla, şahit olmaya, müjde vermeye, uyarmaya, Allah’a çağırmaya ve muhataplarının gideceği yolu, ışık olup aydınlatmaya gelmiştir. Nereden anlıyoruz bunu? Çünkü Yüce Mevla şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45-46). 
Ayete uygun olarak Hz. Peygamber (SAV.) de şöyle demiştir: “Sizi, gecesi bile gündüzü gibi aydınlık olan bir yol, bir din üzerinde bıraktım.” (Ebu Davud, Mukaddime, 1,6).
Kısaca İslam, Müslümanı, hacıya, hocaya, imama, mollaya, sofuya, mezhebe, meşrebe, tarikata, cemaate değil, bizzat Allah’a, Allah yoluna, Peygamber’in aydınlattığı Kur’an’a çağırıyor.
Bu aydınlık İslam’ı camilere ve vicdanlara mahkûm edip onu hayattan dışlamak isteyenler, aslında çok iyi biliyorlar ki, bu aydınlık din, ilmi gelişmeler, işleyen akıl ve çağın getirdiği evrensel değerlerle tam bir uyum içerisinde bulunmakta ve insanlığın sömürülmesine karşı çıkmaktadır. Hurafelerle, yanlış inanç ve uygulamalarla İslam adına hareket ettiğini söyleyenler düşmanlarından daha çok İslam’a zarar vermektedirler. İslam’dan geçinen softalar, mollalar, şıhlar, ‘Hoca Efendi’ler, üfürükçüler, muskacılar, büyücüler, şarlatanlar, sömürücüler gibileri kime hizmet ediyorlar, bir düşünün bakalım? İndirilen dine mi, uydurulan dine mi?
Şayet yazılanlar, çizilenler doğruysa Cehennem ateşinde bile yanmayan kefen icat edenler, Peygamberi rüyada gösteren takunya imal edenler, Peygamber’in başını yıkadığı suyu paketleyip piyasaya sürmek isteyenler ne yapmak istiyorlar, söyler misiniz Allah aşkına!
Zamanımız bilgi çağıydı, teknoloji çağıydı, ekonomi ve üretim çağıydı, çalışma ve kafa yorma çağıydı. Kimi Müslümanlar işte bunu anlamakta zorlandılar. Amerikalı, İngiliz, Avrupalı fantom uçurdu, füze uçurdu, bazı Müslümanlar ise şeyhleri, dervişleri, ermişleri, gavsları, kutupları uçurdular. Ancak şeyhleri uçuranlar değil, füzeleri uçuranlar kazandı. Zamanımız derviş uçurma zamanı değil, füze uçurma zamanıydı. Bizin erenler işte bunu anlayamadılar, perişan oldular.
Gerçek Allah dostlarından biri olan Hace Abdullah Ensari (ö. 481/1088) şöyle demişti: “Su üstünde yürürsen saman çöpü olursun, havada uçarsan sinek kesilirsin, bir gönül ele al ki adam olasın.” (Gölpınarlı’dan C. Vatandaş, Vahiyden Kültüre, s.256)
Rahmetli Prof. Dr. Bekir Topaloğlu Hoca aynen şunları yazıyor: “… Bir Müslüman elbette anasına, babasına, hocasına, mürşidine, büyük bildiği kimselere karşı hürmet ve tazim duyguları besler. Ancak bu hürmet ve tazim, hiçbir zaman, konu edindiği kimseyi ‘insanüstü’ bir seviyeye çıkaramaz. Müslüman, şahsiyetli insandır. Allah’tan başkasına kul-köle olmaz, Peygamber’e bile, çünkü o da bir insandır. Kaynakların kaydettiğine göre Resul-i Ekrem, kendisine secde etmek isteyen bir sahabiyi men etmiş ve bunun İslam’da caiz olmadığını ifade buyurmuştur. (Ebu Davud, Nikâh, 40; Tirmizi, Rada, 10).” (Prof. Dr. B. Topaloğlu ve ark, İslam’da İnanç Esasları, s. 88)
Sorbonne Üniversitesi mezunu da olan Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil Hoca diyor ki: “Yine nazarımda dini sevmek ve Müslümanlığı müdafaa etmek, hakikatte insanlığı sevmek ve insanlık hakkını müdafaa etmektir. Çünkü Müslümanlık din kisvesine bürünmüş insanlıktır… Başka bir deyişle, Müslümanlık, insanlık dediğimiz bir bütünün parçasıdır. Parçayı sevmek, netice itibariyle bütünü sevmektir.” (Başgil, Din ve Laiklik, s.20)
Amerikalı Teoloji Profesörü Charles Braden’ in İslam dini hakkındaki görüşleri de şöyle: “İslam sadece bir din değildir, bir uygarlıktır. İslam her zaman dinden fazla bir şey olmuştur… İslam hangi ulusu egemenliği altına almış ise, o ulusa, düşünce ve hareket normları da benimseterek bütün uygarlığını sindirmiştir. İslam dinini temeli Kur’an’dır…” (Bilsel, Allah Vardır, s.190).
Biri içeriden, diğeri dışarıdan iki değerli bilim adamının İslam dini ile ilgili bu güzel tespitlerinden sonra, konuyla ilgili Yüce Kur’an’ın birkaç ayetini hatırlatmak istiyorum:
“Güzel sözler ancak Allah’a yükselir. Güzel eylemi de güzel sözler yükseltir.” (Fatır, 35/10) “İman edip güzel ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennet bahçelerinde sevindirilirler.” (Rum, 30/15) “İçlerinde zulmedenleri hariç, Kitap Ehl-i ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin” (Ankebut, 29/46) “Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde (yani topluma çıkarken) ziynetinizi takının (yani temiz ve güzel giyinin.) Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.” (Araf, 7/31) “Ey Peygamber! Temiz şeylerden yiyiniz ve güzel eylemler işleyiniz. Doğrusu Ben sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.” (Müminun, 23/51).
Bu ayetlere göre İslam; önce iman etmek, sonra güzel konuşmak, güzel iş, eylem yapmak, güzel yolla mücadele etmek, güzel ve temiz elbiseler giymek, güzel ve temiz şeyler yemek, içmek ve israf etmemektir. Peki, bu güzelliklerden kaç tanesini dünyanın gündemine getirebildi Müslümanlar?
Bazı Müslümanlar birbiriyle konuşurken, birbiriyle tartışırken güzel bir şekilde mi konuşuyor, tartışıyor, yoksa birbirlerine kin mi kusuyorlar? Son iki yüz yılda insanlığın önüne getirebileceğimiz güzel bir işimiz, buluşumuz var mı?
Peygamberimizden de bir hadis nakledelim:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Uzlaşın, ihtilafa düşmeyin. İnsanlara yumuşak davranın, şiddet göstermeyin.” (Buhari, İlim, 12; Müslim, Eşribe,70-71).
Şimdi “güzel sözler söylemeyi, güzel ameller, eylemler işlemeyi, güzel mücadele etmeyi, güzel ve temiz elbiseler giymeyi, güzel ve temiz şeyler yemeyi” emreden Kur’an’ın bu ayetlerine bir bakın, bir de bu günkü bazı Müslümanların perişanlığına ve çaresizliğine. Bunu nasıl izah edeceğiz?
Peygamberimiz, “kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin, uzlaşın ihtilafa düşmeyin, yumuşak davranın, şiddet göstermeyin” derken peygambere inat ayrılmış, dağılmış, parçalanmış, inadına birbirine şiddet gösteren, inadına birbirini katleden, inadına dini zorlaştıran bir anlayış Kur’an ve Peygamber’i doğru anlayabilir mi?
8-10 rekât de bitirilmesi gereken Cuma namazını 16 rekâta çıkaranlar, beş vakit namazla yetinmeyip 25 çeşit daha nafile namaz üretenler, Kadir gecesinde yüz veya bin rekât namaz icat edenler, acaba bu dini kolaylaştırıyorlar mı, yoksa zorlaştırıyorlar mı?
Hz. Aişe Validemiz: “Hz. Peygamber Ramazan geceleri de dâhil hiçbir gece on bir rekâttan fazla nafile namaz kılmamıştır…” diyor. (Buhari, Salatü’t-teravih, 1) Peygamberimiz (sav) de: “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılınız” buyuruyor. (Buhari, Ezan, 18, Edep, 27)
Şimdi sorun şu: Allah’ın emretmediği, Peygamber’in tavsiye etmediği ve kılmadığı bir namaz nasıl olur da sünnet, nafile adıyla Müslümanların ibadet hayatında yer alır? Böyle bir durum dini kolaylaştırmak mıdır, zorlaştırmak mıdır? Bu anlayış indirilen din midir, uydurulan din midir?
Sadece bu kadar mı? 
İslam adına, dindarlık adına ne çamlar devriliyor biliyor musunuz?
“’Allah dilediğine azap eder, dilediğini bağışlar, Mülk O’nun, Saltanat O’nun, isterse Mümin’i cehenneme koyar, isterse fâsık ve kâfiri cennetine koyar, hatta dilerse çocukları bile yargılar, cezalandırır, O kimseye hesap vermek zorunda değildir’ şeklindeki Allah’ın kudretine ve iradesine vurgu yapan Eşari kelamı kadar İslam’ın ruhuna aykırı bir şey olamaz. Haşâ! Ne yapacağı belli olmayan, keyfe mâ yeşâ, canının çektiğini yapan bir tanrı imajı, İslam’ın Tanrı imajı ile nasıl uyuşur?” (Merdin, Başlangıçtan Sonsuza, s.346).
Böyle despot, diktatör olan, yaptığım yaptık, diyen bir tanrı anlayışı Müslümanları perişan etmiş ve Emeviler’den itibaren zalim sultan ve yöneticilerin saltanat sürmesine sebep olmuştur.
“Rahman ve Rahim olan (rahmeti ve merhameti bol olan) âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” (Fatiha, 1/2-3) “… Her şeyi O (Allah) yaratmış, hepsini bir ölçüye göre düzenlemiş ve her biri için bir var oluş yasası koymuştur.” (Furkan, 25/2)
Şayet despot bir Tanrı anlayışına inanıyorsak bu ayetleri nasıl anlayıp, izah edeceğiz o zaman? Rahmeti ve merhameti geniş olan Allah, her şeyi gelişi güzel değil, bir ölçüye göre yaratmıştır. Şu halde yapacağımız iş öncelikle hatalı Allah anlayışımızı düzeltmek olmalıdır.
Aklı işletemeyen, mantığı dumura uğramış, despot bir tanrı anlayışıyla hareket eden biri şunları yazabiliyor: “Bir gün Cenab-ı Peygamber kucağında oğlu İbrahim ve torunu Hüseyin oturduğu halde Cebrail çıkagelir ve ikisinden birini seçmesini söyler. Seçtiği yanında kalacak, bıraktığını Allah alacak. Hz Peygamber Hüseyin’i seçtiğini söyler ve buyururlar ki: ‘Hüseyin giderse ben ağlayacağım, Hatice ağlayacak, Ali ağlayacak, Fatma ağlayacak, Hasan ağlayacak. Eğer İbrahim giderse daha çok ben ve Hatice ağlayacak… İyisi mi, onlar ağlayacağına ben ağlayayım’ diyerek bize hakiki sevginin ne olduğunu öğretiyor…” (Bk. Alan, Miras-ı Kerbela, Zaman, 24 Kasın 2012)
Bu ifadelerde nefret var, kin var, şiddet var, vahşet var, vicdansızlık var, ahlaksızlık var, iftira var. Ancak bir tek şey, İslam ve Müslümanlık yok. Şimdi, imanlı vicdanlara sesleniyorum: Allah böyle bir şey emreder mi, Peygamber böyle bir şey söyler mi? Bu uydurma rivayet hangi kaynakta yer alıyor?
Rahman ve Rahim olan Allah’ı, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberi nasıl bir duruma düşürdüğümüzü görüyor musunuz? Sonra İbrahim’in annesi kim? Hz. Hatice mi? Bu saçmalığın neresini düzelteceksiniz?
Hatırladığım kadarıyla bir filim de izlemiştim. Nazi subayı iki küçük yavrusu olan bir Yahudi kadına, çocuklarından birini seçmesini, öteki çocuğu götüreceklerini ve bir daha göremeyeceğini söylüyordu. O andaki annenin psikolojisini düşünebiliyor musunuz?
Hz. Hüseyin’i onurlandıralım derken, -haşa- Allah’ı ve Peygamber’i Nazi subayı ve Yahudi kadını konumuna düşürenler ne yapmak istiyorlar? Bir baba, bir dede oğlu ve torunu arasında tercih yapabilir mi? Böyle bir durum hakiki sevgi olabilir mi?
Paralel din nasıl oluşuyor, uydurulan din nasıl gelişiyor görüyor musunuz?
Bizim bazen yobaz tipli molla hocalarımız oluyor. İslam’ı anlatıyorum diye çok garip gaflar yapıyorlar, düşünmeden, araştırmadan hemen fetvayı yapıştırıyorlar. Neymiş efendim, “Kayın validenin elini öpmek günahmış, harammış.” (Bk. İhsan Şenocak Hoca’ya Sorular). Neden? “Kaynananın elini öperken şehvete kapılma ihtimali varmış.” Kafayı görüyor musunuz? Bu söylem, bu mantık Kur’an’a aykırıdır. İşte bu kafa İslam’ı perişan ediyor. Kayın valide damadın annesidir, annesi yerine kaimdir, bu nedenle Kaim valide/Kayın valide olmuştur. Kayın peder de gelinin babasıdır artık.
Kur’an-ı Kerim’in Nisa suresinin 23’üncü ayetinde, bir erkek için evlenilmesi haram olan kadınlar sıralanırken, öz annelerle birlikte kayın valideler de sayılıyor. Yani bir erkeğin kayın validesi ile evlenmesi ebediyen haramdır. Evlenmenin haramlığı konusunda Kur’an öz anne ile kayın valideyi birbirinden ayırmıyor ama bizim kuru softa kayın validesinin elini öperken şehvete kapılacağını hayal edebiliyor. Nur suresinin 31’inci ayeti de Mümin bir kadının babasından kayın pederini ayırmıyor. Biz ne yapıyoruz, ne anlıyoruz, Kur’an ise ne söylüyor! Allah Kur’an’dan ayrılmış bir topluma hidayet vermez. Rabbim bizi Kur’an’dan ayırmasın.
Bir vakfın başkanı, “Çocukların 6 yaşında evlenebileceklerine” dair açıklama yapmış. (Hürriyet, 14 Ocak 2015). Şayet bu açıklama doğruysa bu adamda akıl, mantık ve vicdan kalmamış demektir. Adamın yüreği adeta katran çukuruna dönmüş. 6 yaşındaki bir çocuk, evlilik nedir, sorumluluk nedir, ana-baba olmak ne demektir? Bunları anlayabilir mi? Mantığı görüyor musunuz? Şimdi bu mantıkta bir adam Müslüman olsa ne olur olmasa ne olur?
“1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinin 4. Maddesinde ‘Nikâh ehliyetine sahip olmak için evlenecek erkeğin 18, kızın 17 yaşını ikmal etmesi şarttır’ denilir. Müteakip maddelerde 18 yaşını bitirmemiş erkeğin, evlenmek isterse hâkimden izin alması, 17 yaşını bitirmemiş kız çocuğunun da hem hâkimden, hem de velisinden izin alması hükme bağlanmıştır.” (Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, s.116).
Çocukların 6 yaşında evlenebileceklerini iddia etmek, yüz yıl önceki dindar Osmanlı hukukçularından bile geri olmak, ham softalığın, kuru yobazlığın zirvesine çıkmak demektir. Bu kafa 6 yaşındaki çocuğunu hiç bağrına basmadı mı? O çocuğun yüzüne nasıl bakar? Allah akıl fikir versin.
35-40 yaşlarında olduğu sesinden anlaşılabilen adamın biri telefon etti. “Hocam! Kur’an dörde kadar evlenmeye izin veriyor? Ben eşimin üzerine evlenmek istiyorum, dinen uygun mu?” Diye sordu. “Kendisine, Kur’an’da çok eşliliğin olmadığını, ilgili ayetin (Nisa, 4/3-129) tarihsel süreçte hatalı yorumlandığını”, anlattım ama dinlemedi. “Kur’an bunu emretmiş, ben yaparım”, dedi. “Peki, nikâhlı eşinin haberi var mı?” dedim, “yok”, dedi. “Kur’an, doğruluğu, dürüstlüğü, sadakati, eşine bağlılığı da emrediyor. Allah, ihanet edenleri sevmiyor”, dedim. Adam telefonu yüzüme kapattı. Adam İslam’ı, Kur’an’ı “Keyfinin Kâhyası” zannediyor! –Bu konuyu daha sonra geniş bir şekilde anlatacağız.-
Bir ulusal televizyon kanalı, birkaç günden beri, Mekke’deki tünel faciasında kocasını kaybetmiş ve kaçırılarak zorla alıkonulmuş, kendisine Hac ve Umre sezonlarında tespih, takke sattırılmaya çalışılarak emeği sömürülen ve tutsak edilen bir Türk vatandaşı kadının dramını ekranlara taşıyor. Mekke’de, Kâbe’nin yanında Müslüman olduğunu söyleyen biri, başkasının karısını çalarak gasp ediyor ve cariye muamelesi yapıyor. Şu vicdansızlığa bakın Allah aşkına! En güvenilir bir bölge olan Mekke’de, Hacca giden bir Müslüman kadının başına gelen felaketi düşünebiliyor musunuz? Bu ahlaksızlığı yapanlarda, sözüm ona, hem de Müslüman öyle mi! Adamın parasından, malından vazgeçtik, karısını çalıyorlar Kâbe’de, karısını. (Bk. ATV, Müge Anlı ile Tatlı Sert, 28 Aralık 2016).
Müslümanın mümini kâfir ilan ettiği; canına, malına, ırzına, namusuna tecavüz ettiği; Irak’ta, Suriye’de dindar kadın ve kızların Deaş militanları/ Müslümanlar(!) tarafından cariye diye satıldığı; Ezan, namaz ve Kur’an’la yoğurulmuş toprakların Müslüman mezbahanesine çevrildiği; Akdeniz ve Ege denizinin Müslüman göçmen mezarlığına dönüştüğü; Müslüman kitlelerin, Ezan okunan, namaz kılınan ülkelerden çan çalınan, kilise ayini yapılan ülkelere göç ettiği, sığındığı; Aylan bebeklerin cesetlerinin sahil kenarlarına vurduğu; doyumsuz yönetici ve ruhsuz sanayileşmiş ülkeler yüzünden İslam ülkelerinde küçük bebeklerin aç kaldığı, ilaçsız olduğu, eğitimsiz yetiştiği bir dönemde İslam ülkeleri olarak Müslümanlığımızı sorgulamayacak mıyız?
Libya’da, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Afganistan’da, Pakistan’da, Bangladeş’te, Somali’de neden Müslüman Müslümanla savaşıyor, neden Müslüman Müslümana şiddet kullanıyor, neden Müslüman Müslümanı katlediyor diye kafa yormayacak mıyız?
Neden bazı İslam ülkeleri fakir, neden bazı İslam ülkeleri çaresiz, neden bazı İslam ülkeleri cehalet içerisinde, neden bazı İslam ülkeleri pislik içerisinde, neden bu ülkelerdeki Müslümanlar şuursuz ve ruhsuz, neden bazı İslam ülkelerindeki Müslümanlar vahşi ve gaddar, neden hemen şiddet kullanıyorlar diye düşünmeyecek miyiz?
“Müslümanlık nerde? Bizden geçmiş insanlık bile…
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem ama galiba göklerdedir!” diye Mehmet Akif gibi feryat etmeyecek miyiz?
Netice itibariyle Müslümanlar dünyada yeniden nasıl söz sahibi olurlar?
Cenab-ı Mevla şöyle buyuruyor:
“Allah’ın, sizden inanıp güzel ve yararlı iş yapanlara vaadi şudur: Önceki kavimleri nasıl yeryüzüne hâkim kılmış ise, onları da yeryüzüne egemen kılacak, kendileri için seçip razı olduğu dinlerini de güçlendirecek, korkuyla dolu hayatlarını daha sonra güvenli bir hayata döndürecektir. Çünkü onlar, Beni gerektiği gibi tanır, yalnız Bana kulluk eder ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan böyle kimler küfürde direnirse, onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Nur, 24/55).
Başka bir söze hacet var mı?
Allah yeniden inanıp güzel ve yararlı işler yapmayı tüm Müslümanlara nasip etsin.

YORUMLAR

  • 0 Yorum